Herkes internetten, oturduğu yerden para kazanmak istediğini ve Google’da araştırdığına şahit oldum. Aslında internetten para kazanmanın pek çok yolu var ancak, bu makalemizde blog yazarlığı yaparak para kazanma yollarından bahsedeceğiz. Kim oturduğu yerden, bilgi birikimini kaleme dökerek para kazanmak istemez ki ?
Bu yöntemde bloğunuza sürekli yeni kaynaklar koymalı ve ziyaretçilerinizin indirmelerini sağlamalısınız.
Google Adsense vb. tıklama başına ödeme yapan reklam networkleri ile çalışarak sitenizde yayınlanan reklamlara tıklama başına ödeme alabilirsiniz.
Bu yöntem tavsiye edilen ve en çok kazandırması muhtemel olan yöntemdir.
Satış ortaklığı sistemi şu bileşenlerden oluşur;
Satış ortaklığı sistemi şu şekilde çalışır;
Satıcı, ürününü Satış ortaklığı sitesine ekler ve Satış başına vereceği komisyonu belirler.
Satış ortağı, satış ortaklığı sitesine üye olur, istediği ürünü seçer ve satış ortağı olur.
Satış ortağı ürünü blogunda tavsiye eder, ürün onun tavsiyesi ile satılırsa satış ortağı belirlenen komisyon kadar kazanır.
Satıcının ve satış ortağının kazancını satış ortaklığı sitesi öder. Aynı zamanda sitenin kendi komisyonu da vardır.
Satıcı ile Satış Ortağı birbirlerini görmezler. Satış ortağı ürünü alan müşteri ile görüşmek zorunda değildir, herhangi bir sorumluluğu yoktur.
Belli bir konuya odaklı blog yazıyorsanız, o konuda tanıtım yazıları yazarak para kazanabilirsiniz.
Örnek: Bir yemek tarifi bloğu yazıyorsunuz, bir hazır çorba markası sizden en iyi çorba filan marka çorba diye bir yazı yazmanızı isteyebilir.
Backlink hakkında biraz bilgi sahibi iseniz bilirsiniz, yeni web site ya da blog sahipleri, bloglarının değerini yükseltmek için PR değeri yüksek sitelerden link almak isterler, sizde bloğunuzdan link satışı yapabilir, bu yolla para kazanabilirsiniz.
Blogunuzun reklam alanlarını Adsense gibi PPC reklamlara veya Satış Ortaklığı reklamlarına ayırabileceğiniz gibi ücret karşılığında banner da alabilirsiniz.
Banner reklamlarda gösterim önemli olduğu için blogunuzun hatırı sayılır ziyaretçi kitlesine ulaşması gerekecektir.
Ama bu aşamada doğrudan hedef kitle konusunu atlamamalısınız. Örneğin; genel film/dizi sitesine konulan fotoğraf makinesi reklam banneri milyon kişi tarafından görülse bile çok az tıklanır..
Ama fotoğrafçılık üzerine yazılan bir blogdaki fotoğraf makinesi reklamı daha az gösterimle daha çok tıklanacaktır.
Bu etki PPC ve Satış ortaklığında zaten daha çok kazanmanın anahtarıdır. Sabit banner reklam verecek olan reklam verenler de eğer işi biliyorlar ise bu etkiye dikkat ederler.
Saydığımız reklam türlerinden siteyi açar açmaz faydalanamazsınız. En azından, özgün içerik ekleyerek reklam alımınızı hızlandırabilir ve ya sizin tarzınızda, sizden büyük sitelere reklam vererek gelişebilirsiniz.
Merhaba sosyal medyacılar..
Bir sosyal ağ furyasıdır almış başını gidiyor. İnsanlar ücretsiz olan bu ağlara deliler gibi saldırmış durumda. Oluşturdukları profillere en özel fotoğraflarını, en gizli bilgilerini, en saklı videolarını koyarak insanlarla paylaşmaktan çekinmiyorlar.
Normal hayatta bırakın güvenecek dostu, merhaba diyecek bir- iki arkadaşı bile olmayan insanlar, sosyal sitelerde önlerine geleni arkadaş listelerine ekleyerek bu listeyi kabartma ve bununla övünme merakına düşmüşler. Özellikle de gençlik… Bu hali görünce; “Biz ne sosyal, ne paylaşımcı bir milletmişiz arkadaş” demekten kendini alamıyor insan!
1990’lı yıllarda internetin hayatımıza girmesiyle millet olarak önce neye uğradığımızı şaşırdık sonra da ondan faydalanmanın yollarını aramaya başladık. Ama maalesef tam bu noktada ipler koptu ve özellikle irade zayıflığı olanlarımız sanal âlemde kayboldu gitti.
Evet, internet çağımızın en büyük buluşu ama millet olarak her şeyi yaptığımız gibi onu da suiistimal etmeyi başardık. Avrupa’ya yönelmeye başladığımız yıllarda ilmini, fennini alacağımız yerde kültürünü, ahlakını, kanunlarını alıp yüzlerce yıldır oluşturduğumuz değerlerimizin üzerine bir anda oturtuverdiğimiz gibi internet nimetini de amacının dışında aklımıza gelen her alanda kullanarak geriye kalan birkaç damla değerimizi de harcayıverdik.
Artık ne dostluğun arkadaşlığın ne de aşkın eski tadı var. Köylerde yüzlerce insan birbirini tanıdığı halde şehirlerde bırakın üst kattaki komşusunu artık karşısındaki dairede oturanı bile tanımıyor. Onun yerine TV, internet alıp kendi kabuğuna çekilmeyi tercih ediyor.
Sosyalleşme ihtiyacını da sanal âlemde karşılama yoluna gidiyor. Dostu, arkadaşı, sevgiliyi yine bu ortamlarda bulmaya çalışıyor. Bir yandan yanı başındaki komşusundan koparken diğer yandan en uzaklardaki yakınlarıyla bağlantı kurmaya çalışıyor. En yakınındakilere uzak, en uzaktakilere yakın, sanal, mesafeli, tatsız-tuzsuz bir hayat…
Bir de sosyalleşmeyi abartan sonradan görmeler var. Bunları görünce insanın midesi bulanıyor. Sözüm size ey yarı çıplak fotoğraflarını paylaşan lise kızları… Eşleriyle yaşadıkları en özel anlarını anlatan ev hanımları… Gün içinde yaptıkları her şeyi bir marifetmiş gibi yazan evde kalmalar… Ve önüne geleni eklemeyi başarı sanan asosyal kişilik vakaları…
Bunların yanında sanal âlemde kişiliğini yitirip gerçek âleme bir türlü çıkamayan, saatlerini değil ömürlerini orada geçiren garip varlıklar da var ama onları satırlarıma taşımaya bile gerek görmüyorum. Allah onları ıslah etsin.
Öyle ya da böyle, kadınların sokağa çıkmasıyla başlayan toplumsal bozulma teknolojinin gelişmesiyle daha da hızlandı bence. Teknik gelişmeler bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken diğer yandan bizi en yakınlarımızdan bile soyutlayıp bir başımıza bıraktı. Bu halimizin farkında olan uyanıklar da bizim üzerimizden zengin olmanın bin bir yolunu bularak soyup soğana çeviriyor bizi. Bilmem ki ne zaman uyanacağız? Gerçi uyumamız için her şeyin yapıldığı bir ortamda uyanmak ne mümkün!
En azından bu yazıyı okuduktan sonra bazı şeyleri değiştirsek ve yakın çevremizi profilimizle değil de gerçek şahsiyetimizle oluştursak…
Ama nerdeeee…
Merhabalar,
İnternette gezinirken kişisel bir blogta gördüğüm bir şiiri sizinle paylaşmak istiyorum. Şiir o kadar etkiledi ki kendi sitemde bile paylaşıyorum, o derece anlayın yani. 🙂 Bir insanın sevdiğine haykırması mı dersiniz yoksa isyanı mı siz karar verin. Ama mutlaka okuyun..
Merhaba arkadaşlar,
Başlıkta ki bu harfler, ABD’nin en gizli askeri projelerinden biri olan “High Frequency Active Auroral Research Program” isminin baş harfleri… Adından görüldüğü gibi yüksek frekansla ilgili bir program bu…
Bu konuyu gündeme getirmemizin nedeni, son zamanlarda bazı kişilerin İnternet aracılığı ile HAARP projesini, Yıldız Savaşları filmleri senaryosu türünden senaryolarla Körfez depremine bağlayıp, birbirlerine iletmeye başlamaları. Hayal gücü oldukça yüksek bir milletiz. Kendimiz uydurup, sonra da kendimiz inanıyoruz. “Fısıltı gazetesi” akıl almaz bir hızla yalan yanlış herşeyi yayıyor. Bu nedenle konuyla ilgili doğruları bilmekte yarar var..
Bu proje 6 yıldan beri, Alaska’da Gakona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri’nce gerçekleştiriliyor. Resmi amacı, İyonosfer’de araştırma yapmak. Bu projenin gerçekleşmesinde üç Amerikan şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri, önemli rol oynadı ve hâlâ oynuyor..
1- Atmosferdeki termonükleer araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek,
2- Denizaltılarla haberleşmeyi kolaylaştırmak,
3- Radar sistemlerini son derece geliştirmek,
4- Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak,
5- EMass ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar incelemek,
6- Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek,
7- Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek.
Gelelim, bu projeye karşıt olan Amerikalı bilimadamları da var. Bunun son derece tehlikeli olduğunu savunuyorlar. Çünkü, onlara göre, HAARP öylesine bir güç haline gelebilir ki, elinde tutan dünyanın tartışmasız hakimi olur..
Projenin karşıtlarından biri olan, ülkenin en ünlü jeofizikçilerinden Prof.Gordon J.F.MacDonald’e göre;
1- İklimleri değiştirebilir,
2- Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir,
3- Ozon tabakası ile oynayabilir,
4- Deprem yaratabilir,
5- Okyanus dalgalarını kontrol edebilir,
6- Dünyanın enerji alanları ile oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir,
7- Radyasyon yaymayan termonükleer patlama oluşturabilir…
Bunlar yapabildiklerinin sadece bir kısmı.. Dehşet değil mi?
Ancak, Amerika Hava Kuvvetleri, iklimlerin kontrolünü amaçlayan “Spacecast 2020” projesi ile ilgili olarak “Çevreyi değiştirme teknikleri ile bir başka ülkeyi yok etmek veya zarara uğratmak yasaktır” açıklamasını da yapmış durumda…
Bu proje çok küçük sinyallerle çok büyük enerjileri kontrol etme mantığı üzerine kurulduğuna göre, Zbigniev Brezinski’nin 1970’lerde sözünü ettiği “İlerki yıllarda teknolojiye bağlı daha kontrollü bir toplum olacağı ve elitlerin bu imkanı kullanacağı” cümlesi sanki gerçek oluyor…
ABD eski Başkanı George Bush, “Yeni Dünya Düzeni” cümlesini kullanırken, acaba sadece, siyasi anlamda mı bunu söyledi?
Size HAARP ile ilgili bir başka ilginç şeyi anlatalım… Bu konuda Web’de açılan sayfalar, buradaki konuşmalar, gelen bilgiler, tartışılan konular sık sık esrarengiz eller tarafından silinip yok ediliyor. HAARP, bu konuyu inceleyenlere göre, 1994 yılından bu yana, en çok sansüre uğrayan konu durumunda...
Bir de bu konuda yazılmış olan ve adını çok ilginç bulduğumuz bir kitaptan söz edelim:
“Angels D’ont with HAARP..”
“HAARP tartışması ABD’de daha çok uzun süreceğe benziyor…”
Haarp ile ilgili kitapları araştırıp, alıp, okumanızı tavsiye ederim.
Merhaba arkadaşlar,
Slow rap müzik dinleyipte Canfeza‘yı bilmeyen yoktur sanırım. Gerek sözleriyle, gerek fon müzikleriyle dinleyenlerini kendine bağlayan bir fenomen haline dönüştü. Arkadaşlarımın önerisi ile, Eylül 1 adlı parçasını dinlemekle başladı Canfeza hayranlığım.. Sözlerinden çok etkilendiğim bu şarkıyı günlerce 100’lerce kez dinledim ve neredeyse bıktım diyebilirim. Ardından böyle şarkı yapan birinin diğer şarkıları da kötü olmaz diyerek başladım youtube’de canfeza müziklerini aramaya..
Ekim, Ağustos, Sel Gibi, Yağmurun Parıltısıyım, Aralık ve son olarakta sosyal medya programında söylediği Sarmaşık adlı şarkısına çok feci şekilde bağlandım. Artık bende bir melankonia tarzında yaşayan insan topluluğuna katılmıştım.
Çok fazla müzik beğenmeyen ve slow rapten başka müzik dinlemeyen biri olarak, önceleri sagopa kajmer hayranıydım, gerçi hala öyleyim. Sagopa kajmer‘in müzikleri de aşırı melankonia ancak sözleri edebi olduğu için pek anlayamıyor, sadece arkafon müziğine dalıııpp gidiyordum. Ancak Canfeza, eskiden kafiyeli olarak söylenen rapi, slow rape çevirmiş ve müthiş sözler ortaya çıkarmış..
Şarkılarından beğendiğim sözlerine örnek vermek gerekirse;
Bunlar sadece en beğendiklerimden bazıları.. Daha dolu sözü olmasına rağmen konu sınırları dışına çıkmamak adına bu kadar yazıyorum. İsteyen ve merak eden kişiler internetten dinleyebilir ve sözlerini araştırabilir. Birçok beğendiğim müziğini en altta video bölümüne de ekliyorum, dileyen kişiler oradan da dinleyebilir. 🙂
Aslında bende sadece sizin gibi canfeza olarak tanıyanlardanım. İnternetten yaptığım araştırmaya göre adı Orhan gül.. 21 yaşında ve rap ile ilgilenen genç bir arkadaşımız.
Herkes gibi sıradan hayatı olan biri ama bence eksi (-) bir yönü var.. Herkes onu gerçek ismiyle yani Orhan Gül olarak tanımıyor. Onu Canfeza olarak tanıyorlar.. Canfeza dinleyicisi olupta yolda görseniz “Aaaa Canfeza!” dersiniz. Hiçbiriniz “Orhan Gül” demez. 🙂 Bence bu onun en büyük eksisi.. “Hiç Sevgilin oldu mu?” sorusuna “3-4 yıl önce olmuştu” diye cevap veren ama şarkılarını dinlediğinizde sanki birine çok aşıkta, kavuşamıyorlar ve o da içini kaleme döküyor gibi görünüyor bana.. size nasıl görünüyor bilemiyorum. 🙂
Hayatta herkes aşık olmak isterken, neden bu kadar yalnız var sorusu çelişki yaratıyor kafamda ama Orhan arkadaşımız bence aşkı hak ediyor. Bunu müziklerini dinlediğinizde de anlayacaksınız.