Bazen gözlerle ifade edilemez duygular..O zaman kalemin gücü başlar..

Spam Yorumlarını Kaliteli Backlink Haline Getirin!

10 sene önce Mehmet tarafından yazılmıştır.
anasayfa
anasayfa
anasayfa

Merhaba arkadaşlar,

Ben dahil, birçok blog yazarının başlıca sıkıntılarından birisi de konulara sürekli gelen spam yorumlardır. Spam yorumlar her ne kadar itici gelse de, doğru kullanıldığında sitenizin de kalitesini artırabilir. Web sitesine günlük konu ekleyen ve sürekli güncel tutan kişilerin siteleri genelde en fazla spam mesajına mağdur kalan siteler oluyor. Ben bu yorumları, sitemize birnevi saldırı niteliğinde görüyorum. Çünkü programlarla yapılan alakasız mesajlardan oluşuyor. Bugün bu saldırıyı aslında tersine çevireceğiz.

Bu makaleyi yazmadan önce çok araştırma yaptım. Acaba spam yorumları sitemizde editleyerek (düzenleyerek) işleme koysak nasıl olur? Bu sorunu hakkında birçok kişinin yorumu bulunuyor. Kimisi çok yararlı bulurken, kimisi spam yorumların konularınıza çok katkısı olmayacağı görüşünde… Aslında bakarsanız, her iki düşünce de doğru. Bu mesajları editleyip sitemizde yayınlarsak hem google sitemizi sever, üst sıralara çıkartır hemde spam yorumları modere etmiş oluruz. Spam yorumların çok katkısı olmayacağı düşüncesi de doğru, ancak tek bir fark ile… Spam yorumu yapan programlar genelde aynı ip adresinde oluyorlar. Elbette tek ip numarasından yapılan yorumların sitemize çok katkı sağlayacağı düşünülemez. 10 gereksiz spam mesajın ikisini düzgün olarak kullanırsanız, olumlu geri dönüş aldığınızı görürsünüz. Eğer farklı isim ve ip adreslerinde yorum görüyorsanız bu sizin için bir fırsat, hemde büyük fırsat. Sürekli konunuza mesaj beklerken, google arama motorunda yükselmek isterken, size farklı ip adresinde yüzlerce yorum olduğunu görürsünüz. Böyle durumlarda silmek yerine, akşamları sadece yarım saatinizi ayırarak, hızlıca bu mesajları modere edebilirsiniz.

Unutmayın ki yorumsuz konu, susuz tarlaya benzer.

1.987 Kere okundu
5 Yorum Yapıldı

Ygs Var Dediler, Sıçtık!

10 sene önce Mehmet tarafından yazılmıştır.
anasayfa
anasayfa
anasayfa

Moral olarak çökmüş durumdayım ancak, bu konuyu blogda paylaşmasaydım çatlardım sanırım.

Bugün 1 Nisan, yüksek öğrenime geçiş sınavı yapıldı. Yani kısa adıyla YGS!

Ygs’ye bugün bende girdim ve açıkça söylemek gerekirse kötü geçti. Eşit ağırlık öğrencisi olduğum için Türkçe, Tarih ve Matematik dersinden sorumluyum. Dolayısıyla Fizik, Kimya gibi konularda pek bilgili değilim. Bilgili olsam da bugün yapamayacağımı gördüm.

40+40+40 sorudan toplam 120 soru beni ilgilendiriyordu sınavda.

  • Türkçe’de 40 sorudan 3-4 boşum var. Az önce televizyonda sınavın sorularının doğru şıkları açıklandı ve yaklaşık 10 yanlışım var. Yani Türkçe’de 25 net desek yeridir.
  • Tarih-Coğrafya-Felsefe dersleri sözel olarak geçiyor ve bu bölümlerden de 40 soru gelmekte. Tarih dersinden 3-4 yanlışım bulunuyor. Coğrafya dersi çok kötü, 2-3 doğrumun olduğunu düşünüyorum. Felsefe dersine çok vakit ayıramadım. Çünkü, Türkçe soruları tam olarak 1 saat 45 dakikamı aldı. Bu yüzden yetiştiremedim.
  • Matematik soruları zor değildi aslında. Ancak sınavda yapamadım. 40 soruda 15 soru yaptığımı fark ettim. Bu 15 soru içerisinde de 3-4 yanlış bulunuyor.

Aslında yukarıdaki sonuçlara bakarsanız 50-60 net bile zor geliyor. Sınavım gerçekten beklediğimden çok kötü geçti. Ancak telefonuma gelen aramalardan, mesajlardan anladım ki sadece kötü yapan ben değilim! Dershanedeki arkadaşlarım ve çevremde sınava giren insanlar Türkçe dersinin zor olduğundan, çok süre harcadıklarından bahsettiler. Üstte dediğim gibi gerçekten benimde çok vaktimi aldı.

Genel olarak baktığımızda sonuç kötü, gerçekten kötü. Ancak unutmayalım ki benim gibi kötü sonuçlar alan binlerce öğrenci var. Ben hala umudumu koruyorum. Bu umudumun sonucu kötü olsa da ben ikinci sınav olan LYS‘ye hazırlanmaya başlayacağım.

Ayrıca bu sene içinde sanmıyorum ki modmeydan gibi şifre iddaaları ortaya atılsın! Sınav çok kolay değildi ama çokta zor değildi. Çok çalışanların gayet hızlı ve sorunsuzca yapabileceği bir sınavdı.

İyi alan arkadaşlarıma başarılarından dolayı tebrik ediyorum. Kötü alan arkadaşlarım ise üzülmesinler. Hem önümüzde ikinci sınav bulunuyor hem de YGS‘de binlerce kişi kötü sonuç bekliyor. Bu yüzden çok karamsarlığa kapılmamanızı, ikinci sınava hazırlıklara başlamanızı öneriyorum.

İyi çalışmalar.

7.192 Kere okundu
5 Yorum Yapıldı

Hayattan Rengi Alın, Geri Neyi Kalır ki?

10 sene önce Mehmet tarafından yazılmıştır.
anasayfa
anasayfa
anasayfa

Başlığa baktığınızda hemen aklınızda Filli Boya reklamının canlanması lazım diye düşünmekteyim. Lakin beynimize o kadar yerleştirdiler ki sürekli tekrar eder oldum. Reklam filminde başarının sırrını biliyorlar ve iyi de uyguluyorlar.

Her reklamda farklı sanatçı oynatıp, aynı şarkıyı söyleten Filli Boya‘nın; Hayattannn rengi alıınnn, geri neyi kalıır kiiii? müziği sürekli dilimde bu aralar… Ders çalışırken, yemek yerken, duş alırken sürekli aklıma geliyor ve içten söylemeye başlıyorum. Nasıl bir şarkıysa artık, sürekli aklımda. 🙁

Ayrıca slogana dikkat edecek olursak, cümlede anlatım bozukluğu yapılmış. Sınava hazırlanan bir öğrenci için bunu fark etmek, çok zor olmasa gerek. 🙂 “geri neyi kalır ki” ile cümleyi bitiriyorlar ama kafiyeyi tutturacağız diye kelimelere yapmadıkları kalmamış. Normali, “geriye neyi kalır ki” olması lazımken çok saçma bir cümle oluşturmuşlar. Anlatılmak istenen belli oluyor tamam ama milyonlara karşı seslenirken de bu detayın atlanmaması gerekirdi. Türkçe‘ye verilen önemi bir kez daha görmüş olduk YGS‘den sonra 🙂

Bu yazım biraz kişisel oldu. Çünkü internette de bu reklam yakında tıklama rekorlar listesine girecek gibi. Kulak tırmalayıcı bir müzik ve kendini tekrar ettiren bir şarkı. “Tuttu mu reklam sence?” derseniz, “Evet tuttu.” derim.

Filli Boya‘yı, insanları bu denli etkileyecek reklam yaptığı için tebrik ediyorum. Reklamın dozunu iyi ayarlamışlar bu sefer. 🙂

5.924 Kere okundu
1 Yorum Yapıldı

Bu Kadar Sevebilir misiniz ?

10 sene önce Mehmet tarafından yazılmıştır.
anasayfa
anasayfa
anasayfa

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez..
Biri tıp’ta okuyordu, öbürü mimarlık’ta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, çok genç…
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında aldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.. Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra..

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu…

Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onların ki.. Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü.. Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur”  diyerek devam ettiler hayatlarına.

Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler…
Senin için ölürüm”  derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama..

Ve adam “hayır, ben senin için ölürüm”  diye yanıt verirdi hep…

Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
“bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak..
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,  “mutfaktaki Masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma” mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı…

Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten… Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.

Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir Gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde “satılık” levhası asılı olan.

Ne dersin, bu evi alalım mı?”  dedi adama.
Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...”
Sen istersin de ben hiç Hayır diyebilir miyim?”  diye yanıt verdi adam.
Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçiyi… Kaç para olursa olsun! ,burası bizimdir artık..

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla.. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.

Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu.

Onu Neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı..
Ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:

Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir.

Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.

Derdini söylemesi için yalvardı adama;
Senin için ölürüm biliyorsun, ne olur anlat..”  diye dil döktü boş yere…

Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği…

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,

Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım..”  diye sözünü kesti arkadaşı.

O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya..

Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları..” diye bağırdı kadın.

Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla Suçladı….
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı…

Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın…
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi.

İnkar etmedi adam..

Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden..

Kapıdan çıkarken,  “son bir kez kucaklamak isterim seni”  diyecek oldu ama;

Kadın, “defol” dedi nefretle…

İlk celsede boşandılar…
Modern bir aşk hikayesinin Böyle son bulmasına kimse inanamadı.

Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.

Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin Alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti… Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.

Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.

Sen, buraya ne yüzle geliyorsun?”  diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.”  dedi genç kadın.

Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs! Durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi… “

Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda..  İlk kağıtta, “lütfen bütün notları sırayla oku birtanem” diyordu…

Sırayla okudu;

“seni çok sevdim”,
“seni sevmekten hiç vazgeçmedim”,
“senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.”
“fakat benim için ölmeni istemedim”
“şimdi bana söz vermeni istiyorum.”
“benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?”

Son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın… Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım..

1.583 Kere okundu
Yorum Yok :(

“Linkleri Görmek için Üye Olun” Saçmalığı

10 sene önce Mehmet tarafından yazılmıştır.
anasayfa
anasayfa
anasayfa

Özellikle forum sitelerinde, ziyaretçilerin en nefret ettiği bir durum bu..

Zorla üye yaptırmak, ya da bir karşılık beklemek. Bana göre bir web sitesine yakışmayan, çirkin bir durum.

Ben dahil, bir çok ziyaretçi konumundaki kişiler, “İçeriği veya Linkleri Görmek için Üye Olun!” gibi bir yazı gördüğümüzde, sanki bizi köpek kovalıyormuş gibi o siteden hemen kaçarız. Bana göre, bir siteye üye olmak isteyen zaten üye olur. Sırf, kişiyi sitesine üye yapmak için bu gibi davranışlar sergileyen site sahipleri, bana göre, sitesine üye kazandırmak değil de, egosunu tatmin etmek için bu çirkin davranışı sergiliyor. Sadece linki veya içeriği görmek için üye olan kişi de, adım gibi eminim ki, bir daha o siteye gelmez.

Paylaşım ruhu taşıyan bir insan, veli nimet sayılan ziyaretçileri zorla üye yaptırarak kişiyi çileden çıkarmaz. Sitelerine üye olunmasını isteyen zat-ı muhteremlerin bir çoğunu şöyle bir araştırdım. Facebook ya da benzeri paylaşım platformlarında her türlü şeyi paylaşıyorlar. Hatta kız arkadaşlarının, can dostlarının, kendi ailesinin fertlerinin resimlerini ve videolarını paylaşıyorlar. Ama iş, ziyaretçiler için yararlı bir konuya gelince, hemen “DUR” ikazını önümüze atıp, “YASSAH HEMŞERİM, ÜYE OLACAN!” gibi kavramlarla hem benden, hem de kendi ziyaretçilerinden çok güzel bir küfür yemekten  geri kalmıyorlar.

Sanal alemde, gerçek bilgi paylaşımı yapan ve ziyaretçilerinden hiç bir çıkar beklemeyen onlarca site var. Hiç birisi de çıkıp, “ÜYE OL, YOKSA İÇERİĞİ GÖSTERMEM” gibi bildirimlerle ziyaretçilerini çileden çıkarmıyor. Dolayısı ile, istediği bilgiyi alan ziyaretçi, bu siteye ikinci defa geldiğinde içi rahat ve huzurlu bir şekilde gelecektir. Eminim ki, bu ziyaretçi o site var oldukça her zaman o siteye misafir olacaktır. Belli sayıda devamlı ziyaretçileri olan siteler de her zaman tutmaktadır..

Wikipedia ve adını sayamadığım bir çok genel kültür ve bilgi siteleri, yıllardır var oldukları halde, bir kez olsun ziyaretçilerine üye olma zorunluluğu veya buna benzer bir zorunluluk getirmemiştir. Zaten profesyonel ve kaliteli siteler, hiç bir zaman ziyaretçiden üye olmasını istemez veya üye olması için ziyaretçinin o anki isteklerini fırsat bilip kendine mal etmez.

Zorla güzellik olmaz!” diye güzel bir atasözümüz var. Benim de hem reel hayatta, hem de sanal alemde her zaman kullandığım bir laf var: Herkes kendine yakışanı yapar..

Buradan, linklerini veya içeriklerini ziyaretçilerine gizleyen web site sahiplerine sesleniyorum:

Milyonlarca boş üyeniz olacağına, 100 tane adam gibi üyeniz olsun daha iyi.

Amacınızın ne olduğu henüz çözebilmiş değilim.

Kaynak: serkut

3.229 Kere okundu
3 Yorum Yapıldı