Sen benim gözümde bir hiçsin. Konuşmayı bilmeyen, leş gibi kokan, paçavralar içindeki bir kapıcı parçasısın. Hayatta kalabilmek için seni küçük görüyorum. Yaşadığımı bu şekilde hissediyorum, adeta damarlarıma kan pompalanıyor.
Farkında değilsin belki ama insanları küçük görerek yaşamını sürdürüyorsun. Bu şekilde kendine paha biçiyor, insan olduğunu hissediyor, kendini bir yere koyuyorsun bu hayatta. Önünde düşen adamı görünce gülmek, sana aykırı gelen tiplerle karşılaşınca dalga geçmek, hayatında hiç kitap okumamış insanları cahil olarak göstermek istiyorsun.
Doğamız gereği insanlar üzerinde üstünlük kurmaya çalışıyoruz. Ben benden az kazanan insanı, sen senden az kazanan çaycıyı, çaycı evinde oturup karısının getirdiği parayla içki alan yan komşusunu, içki içen yan komşu hiçbir işe yaramadığını düşündüğü ev sahibini, ev sahibi daha toplama çıkarma bilmeyen oğlunu, oğlu ise sokakta mendil satan çocuğu küçümsüyor.
İnsanların hayatlarını boş görmeye devam ediyoruz bu şekilde. Onları basit olarak kafamızda belliyoruz, çünkü doğru olan bizim hayatımız. Kendi hayatımız. Ben bir sağlık ocağında yerleri siliyor, akşam eve gidip karımla vakit geçiriyor ve sonra da yatıyor, bunun dışında da hayatımda hiçbir şey yapmıyor olabilirdim. Yine de bu hayatı en doğru hayat olarak görürdüm. Sen bütün gün bilgisayar başında, hiç dışarı çıkmayarak internetin nimetlerinden yararlanıp pratik ve hızlı bir hayat sürebilirdin. Bu hayatın da en doğru hayat olduğunu ve çöle düşen bir yağmur damlası kadar değerli olduğunu düşünürdün.
İşin ilginç tarafı senin bu küçük gördüğün insanlar da başkalarını küçük görüyor, fakat bunun farkına varmak oldukça zor. Zira böyle bir şeyle karşılaşmadıysan, o insanlar hayatlarını hep en alt tabakada geçiriyormuş gibi düşünürsün:
Bir insanla tanışırsın, arkadaş olursun. Bir zaman sonra onun aslında ne kadar boş bir insan olduğunu fark edersin. Ne okuduğu kitaptan adam akıllı kendine bir pay çıkarıyor ne izlediği filmin kurgusunu anlıyor. Ne gezerken etrafta olan bitenden haberdar ne de dinlediği müzikten. Bomboş bir hayat sürüyor bana göre. Ama sadece bana göre. Çünkü o mükemmel bir hayat yaşadığını düşünüyor. Her türlü zevki tattığını, hatta diğer insanların bu zevkleri tadamayacağını, kendinin en üst mertebedeki insan olduğu düşünüyor.
Yaşam enerjini alıp götürecek bu insanlar, sen kendi hayatının doğruluğunda ilerlerken, o kendi doğrularını sana dayatacak. Açıklayamasak da birbirimizi küçük görmeye devam edicez. Sokakta mendil satan çocuk para kazanırken, yaşıtlarına okulun salakça bir yer olduğunu söyleyecek. Yaşıtları ise onu sokaklarda paralanan kara cahil olarak görecek.
Ve bu şekilde hayat sürüp gidecek…
Merhabalar,
Dmoz editörü olmak isteyenler için başvuru yaparken hangi hususlarda dikkatli olmaları gerektiğini anlatmaya çalışacağım. Dmoz editörlüğüne başvuru yaparken, ne olursa olsun en küçük kategorilere başvuru yapın. İlerleyen zamanlarda daha büyük kategorilere başvuru yapabilirsiniz ancak, ilk olarak kabul edilmeniz için küçük kategorileri değerlendirmelisiniz. Ayrıca, yeteneğinize uygun kategorileri seçmelisiniz. Örneğin; yaşadığınız yerle alakalı olabilir. İlgilendiğiniz bir hobi veya okuduğunuz okul, bölüm gibi olmalıdır başvuru yapacağınız kategori. Başvuru formunda bunu ayrıca belirtin, “şu okulda okuduğumdan dolayı bu kategorinin en alt kategorisi olan eğitim bölümünde, kendimi dmoz site ekleme konusunda geliştirmek ve dizine faydalı olmak istiyorum” şelinde bir açıklama oldukça geçerli olacaktır.
Kategoriyi belirledikten sonra internet tecrübeniz bölümünü çok fazla uzun yazmamaya özen gösterin. Kısa ve öz bir açıklama ile sizin internette ne kadar sürede neler yaptığınızı anlatın.
Editörlük yapmayı neden istediğiniz konusunda global bir mesaj verin, yani odp projesine faydalı olabileceğiniz anlamı çıksın.
Kişisel veya iş nedeniyle ilgilendiğiniz sitelerin size sorulma nedeni, başvuru yaptığınız kategoriye eklemek isteyipte ekleyemediğiniz özgün olamayan spam bir sitenizin olup olmadığıdır. Yani editör olduğunuzda o siteleri kategoriye ekleme durumunuz değerlendirilecektir. Bu alana kesinlikle özgün sitelerinizi yazınız.
Son olarak kategoriye önereceğiniz siteler! Bu bölüm, sınav kağıdındaki 60 puanlık soru gibidir. Bu soruya doğru cevap veren kesinlikle editör olur. Bu alana 3 adet site önerin, hepsini ince eleyip sık dokuyun. Ayrıca sitelerin açıklamalarını da özenle yapın.
Bol Şanslar…
Blue Beam; yâni Mavi Işık Projesi geçtiğimiz yıllarda karşılaştığım bir kavramdı. O dönemde geniş bir biçimde araştırmıştım. O araştırmamın üzerinden çok zaman geçmeden televizyon kanallarında ve internet izletilerinde Kâbe’ye inen ‘melek’ görüntüleri dolaşmaya başladı. Allah sizi inandırsın bir an ben bile ‘acâba bu gerçekten melek mi?’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Nitekim bu konularda koşulsuz şartsız Allah azze ve celle’ye teslim olurum. O isterse yeri göğü birbirine katar. Gözümüzdeki perdeleri kaldırır görmemizi istediklerini gösterir. Îmân esaslarındaki inanç gereği budur ancak olayın iç yüzü sandığınız gibi değildir. Kâbe’ye indiğini gördüğümüz ‘melek’, Mısır’daki iç karışıklık esnâsında at üzerinde yeşil cüppeli süvari gibi görüntüleri görmemiz Allah’ın değil, Blue Beam, yâni Mavi Işık Projesi’nin bir parçasıdır. Allah elbetteki herşeye kâdirdir; dilerse bize apaçık herşeyi gösterir. Burada ne demek istediğimi makâlenin ilerleyen bölümlerinde daha iyi anlayacaksınız.
Bu proje, NASA tarafından gerçekleştirilmekte olup deşifre olmuştur. Nasıl deşifre olduğu konusunda pek bir bilgi olmasa da insanlık bu bilgiye ulaşmıştır.
Peki Blue Beam Projesi’nin amacı nedir?
Daha önce sizlere burada bahsettiğim İlluminati isimli örgütün Deccal için hazırladığı projedir. Deccal’e zemin hazırlayarak Deccal ile bir Dünyâ Devleti kurmak istemektedirler.
Peki zemin nasıl hazırlanacak?
Bütün dünyadan görünecek bir hologram ile o toplumun dini inancına uygun figürler ile o toplumun dili ile o topluma hitap edecekler. Bunun için uyduları ve casus uçakları kullanacaklar. Düşük frekans ile yayın yaparak beyinleri etkilemeye çalışacaklar ve buna aldanan insanların sayısı azda olmayacaktır.
Bunu nasıl yapacaklarından önce Deccal hakkında kısa bir bilgiye sahip olursak neye hizmet ettiklerini de öğrenmiş oluruz.
Deccal âhir zamanda yâni kıyamete yakın bir zamanda Hz.Mesih yani göğe çekilen Hz.İsa ikinci kez dünyaya gelmeden önce gelecek olan şeytanın temsilcisidir. O kendisinin peygamber olduğunu ilan edecektir. Onun alnının ortasında KEFERE (kafir) yazısı yazacaktır. Tüm dünyaya fitne ve fesat yayacaktır. Onun ölümü Hz.İsa’nın elinden olacaktır.
Kainatın Efendisi bir Hadis’inde ” Hiç bir peygamber yoktur ki, ümmetini yalancı köre (deccâla) karşı uyarmamış olsun Dikkat edin o kördür… İki kaşının arasında kafir yazılıdır” buyurmuştur.
Deccal’in özellikleri ise şöyledir ; ‘deccal’ bir insandır ve olağanüstü yetenekleri vardır. Rüzgâr gibi hızlıdır. Yağmur yağdırıp, bitkileri yeşertebilecek. Yanında su ve ateş bulunacak fakat gerçekte onun suyu ateş, ateşi de sudur Bir gözü kördür ve patlamış üzüm gibidir Alnında kafir yazılıdır .Genç bir kimsedir, esmer ve parlak tenlidir Kısa boylu olmasına rağmen heybetlidir Ahir zamanda doğudan gelecek ve müslümanların oturduğu şehirlerin birinde ortaya çıkacak Bir çok yeri dolaşacak ama Mekke, Medine ve Mescid-i Aksaya giremeyecek Önce peygamberlik sonra ilâhlık davasına kalkışacak, karşı gelenleri cehennem adını verdiği yere atacak Ama aslında onun cehennemi cennet gibi, cenneti ise cehennem gibidir Bir rivâyete göre Hz İsa Aleyhisselam tarafından Şam yakınlarında öldürülecektir.
Merhabalar,
Hayatım boyunca bende iz bırakan birçok insan var, hepsine ayrı ayrı teşekkür borçluyum. Fark ediyorum ki bir kişinin hayatımızda derin bir iz bırakması için bazen bir söz, bir bakış bile yeterli oluyor.
Yıllar önce ikili ilişkilerle ilgili sıkıntı yaşadığımı düşünüyordum ve bunu çözmeye karar vermiştim. Ne yaptım? Gittim bu konuda bir kitap aldım ve başladım okumaya. Kitabı kısa bir sürede hararetle okudum ve bitirdim. Bir hafta sonra bir arkadaşım “Ahmet ne yaptın o konuda?” dediğinde ben de “Kitap okudum” dedim. Cevabı soruyla oldu: “Okudun da ne oldu?”
Bu yanılgıyı yıllarca sürdürdüm. Hep sandım ki bir eğitime gidip orada bulunmakla, anlatılanları dinlemekle, bazen bir kitabı bitirmekle hayatımda bir şeyler değişecek. İşte böyle olmadığını anlamam yukarıdaki “Okudun da ne oldu?” sorusuyla oldu. Hayatta adım atmanın, harekete geçmenin önemini o zaman anlamaya başladım.
Uzun yıllar derslerine katıldığım öğretmenim hep bize şunu dedi bıkmadan usanmadan: “Buraya gelerek bir şey olacağını sanıyorsanız gelmeyin!” Çünkü gelmekten başka neredeyse hiçbir şey yapmıyorduk.
Zaman zaman koçluk almak için gelen danışanlarım da aynı yanılgıya düşebiliyor. Yaşam koçunun elinde sihirli bir değnek varmış gibi düşünüyorlar. Kararlaştırdığımız uygulamaları yapmadan sadece koçluk görüşmelerine gelip giderek hayatlarının değişeceğini sanıyorlar. Değişimin inançla, kararlılıkla, disiplinle uygulayarak geleceğini göz ardı ediyorlar.
Sadece bir yere gidip gelerek hayat değişmiyor. O kitabı süzüp, içindekini alıp hayatımıza sokmadan değişen bir şey olmuyor…
Okudun da ne oldu?